top of page
Ara

Kopuşlar Acı Veriyorsa Bağlar Hakiki Mi Demektir?

Güncelleme tarihi: 28 Tem 2023


Byung-Chul Han geçen yıl sonuna doğru okumaya başladığım, okurken baya zevk aldığım bir yazar ve kültür kuramcısı. Hem, değindiği konulara kıyasla okuması zor olmayan, hem de insanı çokça düşünmeye davet eden provokatif ifadeler içeren metinleri var genellikle.


“Palyatif Toplum” da bu metinlerden biri.


“Palyatif” kelimesi tıpta; temeldeki hastalığın tedavisinin mümkün olmadığı durumlarda hastanın şikayetlerini, esas olarak da acılarını gidermeye yönelik tedaviyi tanımlamak için kullanılıyormuş. Kökeninde, Latince “manto” ve “paltoyla örtmek” anlamına gelen kelimeler varmış. Peki bunları bilmek neden önemli? Çünkü Han, günümüzde acıdan bahsettiği bir kitaba bu ismi vererek zaten en başta niyetini baya açık etmiş. Kelimenin anlamına bakınca, acı yaratacak her durumdan çeşitli yollarla kaçınan bir toplumu niteleyecek daha iyi bir sıfat aklıma gelmiyor açıkçası.

Günümüzde acı deneyiminin temel özelliklerinden biri acının anlamsız olarak algılanmasıdır diye bir argümanı var Han’ın. Acı ve anlam ilişkisi, başucu kitabım diyebileceğim “İnsanın Anlam Arayışı”nı ilk okuyuşumdan beri çok ilgimi çekiyor. Bu nedenle bu argümana biraz eğilmek istiyorum.


Ama önce “Neden bir anlama ihtiyaç duyuyoruz?” diye başka bir soru soracağım.

Bu soruya cevaben Irvin Yalom Varoluşçu Psikoterapi kitabında, algısal nöropsikolojik organizasyonumuzun, bize gelen rastlantısal uyaranları derhal bir kalıba oturtmamızı sağlayacak şekilde yapılandığını gösteren çalışmalara referans veriyor. Yani diyor ki, bir kişi duvarda dağınık noktalar gördüğünde bunları bir şekil ve zemin olarak organize eder, gece yabancı bir ses duymak, garip bir yüz ifadesi gibi çeşitli davranışsal verilerle karşılaştığında bunları tanıdık bir açıklayıcı çerçeveye yerleştirerek anlam oluşturmaya çalışır. Oluşturamadığında gergin ve rahatsız hisseder, canı sıkılır. Hatta öyle ki, kişinin keşfettiği anlam şeması kendisinin zayıf, çaresiz veya gereksiz olduğu fikrini içerse bile, bilmeme durumundan daha rahatlatıcı gelir.


Anlam bulmak, işte bu kadar hayati.

 

Şimdi tekrar dönelim Han’ın argümanına: Acı deneyiminin temel özelliklerinden biri acının anlamsız olarak algılanmasıdır. Bu özelliğinden ötürü acı katlanılmaz olarak görülüyor. Bu nedenle acıdan sürekli bir kaçış hâli söz konusu. Bu da Han’ın temelde metin boyunca eleştirdiği durum. “Kopuşlar acı veriyorsa bağlar hakiki demektir” diyor bir yerde. O kadar gerçek bir yerden bakıyor acıya. “Hakiki olan her şey acı vericidir.”


Elbette, Viktor Frankl’ın altını çizdiği gibi; “Acının kaçınılabilir olduğu durumlarda yapılacak en anlamlı şey ister ruhsal veya fiziksel ister politik olsun, acıya yol açan nedeni ortadan kaldırmak olacaktır.” Gereksiz yere acı çekmek mazoşistçe bir tutumdur.


Fakat Han’ın savunduğu argüman acıya, inkâr edilemezliği noktasından yaklaşıyor. Bu inkâr edilemezliğin çeşitli araçlarla uyuşturulmasından, görmezden gelinmesinden şikayetçi.


Acıdan sakınmanın deneyim yoksunluğu yaratan bir tarafı var hakikaten. Sizi kendi güvenli bölgenizde yaşamaya mahkûm edebiliyor kimi zaman. Tekrar söylüyorum; burada bahsettiğim acının üstüne gitmek veya acı çektiğimiz anlarda değiştirebileceğimiz bir şeyler varsa değiştirmeden, acı çekmek için acı çekmeye devam etmek değil. Acının kaçınılmaz olduğu durumları yadsıyarak kendimizi uyuşturmak. Bu uyuşukluk hâli, acı çekme durumunun barındırdığı arınma potansiyelini köreltiyor. “Mutluluk zorlaması” tuzağına düşmemize neden oluyor. Acıdan arındırılmış bir mutluluk zorlaması elbette.

 

Sosyal medyada bu kadar çok vakit geçirilmesinin nedeni, sosyal medyanın hakikati baskılayan bir mecra olması. Mutluluk fikrinin belirli kalıplara sokularak servis edildiği, acı verici kısımların kırpılarak çıkarıldığı rafine bir dünya. Böylelikle kendimizde acı duymaya tahammülsüzleşirken, başkalarının acılarına da duyarsızlaşıyoruz. “Acı verici durumları reddederek bağ kurma yetimizden yoksunlaşıyoruz.” Han’ın deyimiyle: Palyatif rahatlık.

 

Peki ya anlam bu konunun neresinde duruyor?

Viktor Frankl’ın kitabında, dövme yaptırmak isteyebileceğim diğer onlarca cümle içinden biri özellikle öne çıkar benim için: Yaşamak için bir ‘neden’i olan kişi, neredeyse tüm ‘nasıl’lara dayanabilir. Hayatınızda anlamlı bulduğunuz bir taraf yoksa, yaşamınızı biyolojik bir sürece indirgemiş oluyorsunuz bir nevi.


Acının anlamla olan ilişkisinin ilgi çekiciliği işte tam olarak burada bana göre. İnsanın ihtiyaç duyduğu şey acıdan sterilize edilmiş, gerilimsiz bir hayat değil. Aksine, bu gerilim tarafından yerine getirilmeyi bekleyen potansiyel bir anlamın çağrısı. Bu söz konusu gerilim, kimi zaman acıdan doğuyor.


Yani acının varlığının kabul edilmesi, insanın anlamı keşfetmesine yardımcı oluyor. Han da kitapta benzer bir şey söylüyor aslında: “Acı başka bir görünürlük sağlıyor.”


Bu yüzden palyatif toplumda bahsedilen “sürekli anestezi” hâli, acıyı saf dışı bırakarak dünyayı gerçeklikten arındırma durumu tehlikeli. Kendimize dair fikir veren önemli bir algı organının sistem dışı bırakılması gibi bir durum. Çünkü Han’ın vurguladığı gibi, ancak acıyla başa çıkabildiğimiz noktalara yaklaştığımızda gücümüzün kaynaklarına erişebiliyoruz.

 

Kitaptan yola çıkarak kafa yorulacak pek çok şey var. Söylediğim gibi, benim için acı-anlam ilişkisi her zaman ilgi çekici olduğundan, özellikle oralarda dolaşmak istedim. Varmaya çalıştığım bir nokta yok. Hayatın anlamsızlığının acı vermesini, çünkü acının anlamlılığının hayatı bir anlam ufkuna oturtan bir anlatı gerektirmesini ve acı verecek her durumdan kaçarak aslında hayatı bir anlam zeminine oturtan anlatıları da yok sayıyor olmayı falan üzerine düşünmeye değer buluyorum.

 

Son olarak, kitabın arka kapağında, henüz tecrübe ettiğimiz seçim dönemine dair kıssadan bir şeyler hissedebileceğimiz güzel bir paragraf var:


“Alternatifsizlik” siyasi bir ağrı kesicidir. Palyatif siyaset acı verebilecek keskin reformlar ya da vizyonlar oluşturmayı beceremez. Bunun yerine sistemik bozukluk ve kırıklıkların üzerini örtmekle kalan kısa süreli ağrı kesicilere başvurur. Palyatif siyasetin acıya cesareti yoktur. Böylece her şey eskisi gibi devam eder.


Byung-Chul Han okudukça, birçok konuda düşünseli şeklinde aktarımlar yapmaya devam edeceğim gibi duruyor.


Bir sonrakine kadar, sevgilerimle.

Buket

Yazı: Blog2_Post
bottom of page