top of page
Ara

İçimde Çokluklar Var

Üniversite yıllarından beri çok sevdiğim bir söz var. İlk olarak nerede okumuştum hatırlamıyorum. Hâlâ bazı kitaplarımın arasından o dönem rastgele kağıtlara yazılmış şekilde çıkıyor. Amerikalı bir şairin “Song of Myself” isimli bir şiirinden. Şöyle diyor:


Do I contradict myself?

Very well then, I contradict myself,

(I am large, I contain multitudes.)


Kendimle çelişiyor muyum?

Peki öyleyse, kendimle çelişiyorum,

(Ben kocamanım, içimde çoklukları barındırıyorum.)


O zamanlar bu dizelerin ne demek istediğini şu anki kadar net algılayamıyordum muhtemelen. Bir müzede önünden katiyen çekilemediğiniz, gözünüzü alamadığınız ama neden bu kadar etkilendiğinizi de asla açıklayamadığınız bir tablo ve o tabloya olan hislerim gibi bir şeydi bu dizelerle ilişkim o zamanlar. Ama şimdilerde daha ayakları yere basan duygularım var. Ne demek istediğini daha iyi anlıyor gibiyim. Ya da şöyle söylemeli; bendeki yankısı daha net ve güçlü.


İnsan olmak başlı başına bir karmaşa. Düşününce; kendimizle, kendimize rağmen yine iyi idare ediyoruz. Bu satırların bu karmaşayı, bu kadar yalın anlatmasını işte bu yüzden çok seviyorum.


Hepimiz, çoğu zaman çatışan düşünce ve inançlarımızın sonsuz karmaşık derlemelerinden ibaretiz. Bu satırların durumu basitçe ifade edişini çok sevsem de hayatın içindeyken bu sonsuz karmaşık derlemelerle yaşamanın bu kadar basit olamadığının farkındayım.


Çünkü yaşarken çoğu zaman kendi içimizdeki çelişkiler hoş karşılanmaz. İçinde yaşadığımız toplum, kendisine ayak uydurabilmemiz için düşünce ve davranışlarımızda belli bir seviyede tutarlılık bekler. Nitekim belli seviyede tutarlılık hoştur; sizi zinde tutar, alışkanlık edinmenizi sağlar, güvenlik duygusu verir. Ama tutarlı olmanın anlamı, çelişkili hislere veya düşüncelere sahip olmamak demek değildir. Bir yargıya varma güdümüz bizi böyle bir sonuca doğru iteler ve özellikle mevzu nasıl hissettiğimize gelince, hissettiklerimizi bir türlü öylece bırakamayız. Mutlaka adını koymaya çalışırız. Birileri gelir hemen bir çıkarım yapar.


Farklı durumlarda, ortamlarda ve hatta farklı insanlarla iken farklı tutumlar sergilemenin ‘garip’ olmadığının, hatta aksine, kimi durumlarda oldukça işime yaradığının görece geç farkına vardım. Geç olmasının nedenlerinden biri, toplumun bu çelişkileri çeşitli olumsuz sıfatlarla etiketleyerek bana negatif davranış özelliği olarak dayatmasıydı.


Yaşadığımız çoğu durum, içinde tek taraflı bir gerçeklik barındırmıyor. Her hissettiğimiz duygunun sözlükte bir karşılığı yok (Almancada söz konusu hissi veya durumu karşılayan 12+ harfli bir kelime olabilir tabii, çok da kesin konuşmayayım). İngilizce’de, herhangi bir şeyin kelimelerle anlatılamayacak kadar güzel oluşunu karşılayan bir kelime var: “ineffable”. Karşılık geldiği bu “anlatılamazlık” nedeniyle seviyorum bu kelimeyi.


Bu “anlaşılamazlığı” veya “anlatılamazlığı” kabul edişim biraz geç oldu. Hâlâ kendi kendimle kavga ettiğim durumlar oluyor. Sonra bu dizeler bir kitabımın arasından çıkıp hafızamı tazeliyor: İçimizde çokluklar var. Kendimizi ifade ediş biçimimiz, ifade etmek istediğimiz duruma, ortama veya kişiye göre değişiklik gösterebiliyor ve bu her zaman tutarsızlık anlamına gelmeyebiliyor. Bu aslında basitçe, kendimiz olduğumuz anlamına geliyor. Hissettiğimiz her duygunun bir adı veya tarifi olmayabilir. Tecrübe ettiğimiz her duruma veya duyguya bir tanım getirme gerekliliği, kendimizi sınırlıyor. “Mutlu” hissetmemenin zıttı, “üzgün” hissetmek olmalıymış gibi bir yanılgıya kapılıyoruz. Bu yanılgılar hayatımızı “tam” olarak yaşamayı zorlaştırıyor. Kendimizi zenginleştirmemizin önüne geçiyor. Her zaman anlaşmaya varma beklentisi, kendi kendimizle diyaloga girmemizi engelliyor.


Bütün bu çelişkiler kimi zaman insanî deneyimlerimizin en güçlü ve gerçek kısımları olabilir.

Üstelik bu çelişkiler, kendimize dair bir şeyler öğrenme fırsatı da yaratabilir. Hatta biraz daha rasyonel bir taraftan bakarsak, kimliğimizin bu birbiriyle çelişen kısımlarının farkında olmak, hayattaki hedeflerimizi daha sağlam temeller üzerine oturtmayı sağlayabilir.

 

Tabii önce kişiliğimizin bu alt kimlikleriyle tanışmamız gerekiyor. Bu konuyla ilgili okuduğum bir yazıda şöyle diyordu: Diyelim kişiliğinizin tüm yönlerini kapsayan tüm özellikleri dört ayrı alt kimlik altında tanımladınız. Bunlar; “Kraliçe”, “Mühendis”, “Şair” ve “Nehir” olsun. İsimlendirmeler de tamamen size kalmış. Şimdi bu kimliklerin karakter özelliklerine bir bakalım:


Kraliçe: Bilgeliğin ve şefkatin güçlü bir temsilcisi. Liderlik vasfı mevcut. Bu nedenle sorumluluk duygusu da gelişmiş. Kafasındaki büyük projeleri hayata geçirebilmek için güvenilir ve vizyon sahibi insanlarla ilişkiler kurmak istiyor hâliyle.


Mühendis: Kraliçe kadar ileri görüşlü değil. Güzelliği, verimlilikte ve problem çözme yeteneğinde buluyor. Karmaşık sistemleri anlamayı seviyor. Ama biraz tembel, bir problemi bir kere çözmekten hoşlanıyor.


Şair: Takvimlerden, plan ve programdan çok hoşlanmıyor. Aklına bir fikir geldi mi onu o an uygulamayı seviyor. İlham geldi mi yatağından kalkar ve işe koyulur. Estetik anlayışı yüksek. Güzelliği görmeyi biliyor. Etrafıyla ilgili. Spontane durumlardan zevk alıyor.


Nehir: Farkındalığı yüksek, akışta olmaktan hoşlanan bir kimlik. Teslimiyete dayalı bir bakış açısına sahip. Varoluşa dair sorgulamalarda bir anlam buluyor, canlılık hissediyor.


Bunlar, anlatmaya çalıştığım konuyu somutlaştırmak için verdiğim örnekler. Herkes, kendisinde benzer bir çalışmayı yapabilir ve farklı kişilik özellikleriyle farklı alt kimliklere ulaşabilir.


Bu kimliklerin hepsi, seçtiğimiz deneyimler sonucu gizlenebilen, zayıflatılabilen veya istek uyandıran arketipler. Hepsini hayat boyu üstünde çalışmamız gereken projeler gibi düşünün. Amaç basit (ama kolay değil): Eğer isterlerse, bu parçaların her birinin gelişmesine izin veren bir hayat oluşturmak.


Amaç basit ama neden kolay değil; çünkü bu parçaların birbiriyle ne kadar çelişebileceğini anlamışsınızdır. Yine örnekleyelim:


Kraliçe vs Nehir: Kraliçe planlardan hoşlanır ve planlara sadık kalır. Prensipleri vardır. Nehir, akışta olmaktan hoşlanır. Plan değişiklikleri onu rahatsız etmek, daha spontane yaşar ve anda kalmayı tercih eder.


Veya;


Şair vs Mühendis: Şair arketip melankoliye meyilli. Bu moddan beslendiği durumlar bile var. Mühendis daha analitik yaklaşan ve bu tür melankoli gibi duygudurumları analiz ederek önlemek ister.


Peki içimizdeki bu arketipler sadece çatışma mı yaratır? Aslına bakarsanız bu çatışan kimliklerin bir araya gelerek işbirliği yaptıkları alanlar da olabilir. Mesela;


Kraliçe ve Şair’i düşünelim: Güzelliği görmeyi ve yakalamayı bilen, estetik anlayışı yüksek bir Şair kişilik, bu özelliklerini Kraliçe tarafının liderlik vasıflarıyla birleştirdiğinde hem kendisinin hem de etrafındakilerin yaratıcılığını ortaya koyacak ortamı oluşturabilir. Kraliçe’nin vizyonu Şair’i disipline eder.


Mühendis ve Nehir’e bakalım bir de: Bu, kendimde çok sık gördüğüm kombinasyon mesela. Nehir’in akışta kalma konusundaki doğal yeteneği, olayları daha dışardan bir taraftan ve daha sakince gözlemleyebilmeyi sağlıyor. Mühendis kişilik, analitik yaklaşımıyla bu yeteneği günlük olaylarda da pratik edebilecek alanı oluşturmaya yardımcı olabilir.

 

Umarım bu örnekler, anlatmak istediğimi somutlaştırmak için yardımcı olmuştur. Bu teknik kendi içinizdeki iç çatışmaları anlamak için yardımcı olduğu kadar, hayatınıza tek bir taraftan yaklaşmanızın önüne geçtiği için, beklenmedik durumlar karşısında farklı manevralarla hayatınızın akışını kontrol etmenize de olanak sağlıyor. Esnek olmak lazım bu hayatta ☺︎


Bahsettiğim yazıdan hareketle; bu tekniğin özellikle hedef belirleme konusundaki değerli kısmı şu: İster her yeni yılda bir kağıda yazdığınız “resolution”lar olsun, ister profesyonel hayatınızdaki hedefleriniz, ya da genel olarak hayattaki istikametiniz için kafanıza koyduğunuz şeyler olsun, bunlar her neyse, eğer her zaman tek bir perspektiften oluşturduğunuz hedefler ise, kişiliğinizin diğer alt kimlikleri eninde sonunda bu durumdan bıkacak ve abur cuburları önüne alıp Netflix karşısında saatler harcayarak tepki verecektir. Sonsuz bir erteleme döngüsünde de bulabilirsiniz kendinizi.


Kimliğinizin farklı yönlerinin ihtiyaçlarına saygı duyarak onlara göre girdi sağlamak, sürdürülebilir motivasyon için daha gerçekçi hedefler koymanızı sağlıyor özetle. Motivasyonu sürdürebildiğiniz ölçüde hedeflerinizi gerçekleştirmeye yaklaşmış oluyorsunuz böylelikle.


Hedefleri hayatımızın her bölümünde elde etmek istediğimiz belirli başarılar olarak düşünmek yerine, hedefleri kendimizi ifade etme aracı olarak düşünmeye başlamaktan bahsediyorum. Bakış açısını değiştirdiğimizde bazen görüntünün çok daha net olması baya güzel değil mi?


Not: İlginizi çekerse bahsettiğim yazıya şuradan göz atabilirsiniz.


Güzel Cumartesiler!

Buket


Son Yazılar

Hepsini Gör

Canım Kardeşim, Bak Senin Ellerinde Hayatımız

Paul Valery, “Rüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır” diyor. Goodreads’te denk gelip bir kenara not ettiğim Paul Valery alıntılarından biri bu. Paul Valery, çok sevdiğim Ahmet Hamdi Tanpına

Yazı: Blog2_Post
bottom of page